25 Aralık 2010 Cumartesi
bir partiden diğerine koşarken..
Bu sene büyük ve karlı ağacı çıkartmaya yeltenmedik bile, önce bu sene hiç süs yapmayacağım dedim, dedim de etrafta ağaçları gördükçe duramadım.. dün Mira'nın boyu kadar bir çamı 4 liraya, üzerine yutulamayacak büyüklükte topları da 5 liraya alıp bir torba mal ile geldim eve, babasıyla ağacın başına geçtiler,
baba asar Mira çıkarır, baba tekrar takar Mira tekrar çıkarır, arada diğer yılbaşı levazımatları ile maymunluk yapar modunda bir akşam geçirdik bugünkü partiye hazırlık yaptık..
son günlerde bol bol yılbaşı partisi daveti aldı Mira'cığım.. Yazmıştım sanırım Mira artık hafta içi pazartesi ve cuma günleri sabah 09.00-11.00 arası British School da Little Pinecones oyun grubuna katılıyor, pek çok yabancı yaşıtı ile oyunlar oynuyor, şarkılar söylüyor, dersler ingilizce de olsa vücut dili tek, hepsi çocuk, kah paylaşan, kah itişen ama hiç kötülük planlamayan, ilk arkadaşı kendisinden bir kaç ay büyük bir japon kızı, dünya tatlısı bir çekik, işte şu koala giysili Mira'dan kaçarak uzaklaşan cimcime..
ışıltılı boyaları avuçlamaya koşuyor, Mira'ya hiç uymaz zira ellerinde yapışıklık, ıslaklık vs..hiçbirşeye tahammülü yok bizim cadının..
işte böyle bildiğiniz okullu olduk anlayacağınız.. ve hatta pazartesi stresi de mevcut, ilk başlamayı planladığımız pazartesi maaile uyuyakalarak dersi kaçırmayı dahi becerdik, son on senedir uyuyakalmışlığım yoktur muhtemelen..Mira' cık bir dersi de bu yolla kaçırınca okula başlamamız ile tatile başlamamız bir oldu, ikinci gün tatil öncesi son dersti ve dersin konusu yılbaşı partisi idi..
derse Miracık giyinip süslenerek hazırlansa da anne için ödev ağırdı ve gece üçde yatmayı başararak açılışı yaptı.. önceki ders parti için tüm annelerin yiyecek birşeyler getirmeleri istenince kendini bilmez Âlâ'nın aklına yılbaşı kurabiyesi yapmak düştü, son seyahatten alınmış yılbaşı kalıpları ve rengarenk bisküvi boyaları bugün kullanılmayacak da ne gün kullanılacaktı..
..ancak Mira'nın uyuması için beraber yatılınca daha yastığa beş santim var iken uyuyakalınacağı ve onikide uyanılacağı, glazürün istendiği gibi olmayacağı, ve Mira'nın tam üç kere feryat figan uyanacağı ve memmmmiiiiisiz uyumayacağıhiç hesapta yoktu.. netice mi herşey süperdi, yiyecekler, çocuklar, anneler ve tabiki bizim kuzu..oynadılar, diğerleri yedi içti, Mira seyretti, şarkılar söylediler.." the wheels on the bus go round and round.."
Noel baba geldi, çoğu çocuk ağlayıp kaçtı bizimki ilk önce koştu kucağa oturdu, hayretler içinde seyretti ve hediyeyi kaptı..
Bugün ise Gymboreenin partisi vardı, Mira 10 aylık olduğundan beri gidiyoruz, yazmıştım önceden, önce oyun ile başladık, ekimde müziğe başladık Kemerburgaz şubede, şu anda Ulus da oyuna, Kemerburgaz da müziğe devam ediyoruz, neden iki okul, çünkü Ulus şube neredeyse yürüme mesafesinde ve haftaiçi ablası ile gidebiliyor, Kemerburgaz ise elektriği çok güzel bir merkez, allah için Ulus da aynı havayı bulamadık ilk önce orada hatta 4. Leventten taşınmadan önce başlamış olduğumuz halde.. Kemerburgaz da Sevgi ablamız var, işte şöyle bir sevgi yumağı vaziyetindeler Mira ile..tabi hangi merkezde yılbaşı partisine katılacağımızı da az değil hiç düşündük ve düştük yollara, Leventten Kemerburgaz'a..işte şöyle konsepte uygun bir giysi ile..
önce resim sınıfı, bir taç yaptı Mira kardan adamlı, simli..
sonra da kurabiyeler boyanmalıydı ama Mira bu arada odadaki Gymboyu farkedince boyamak, iplerini takıp kurabiyeleri kurumaya bırakmak anneye düştü..
sonra oyunlar, müzik, noel baba, yine hediye, balonlar, yiyecekler tabi yiyenlere Mira'ya değil, sonunda oyun odasından en son Mira çıktı hem de hiç istemeyerek.. işte şöyle birkaç kare..
21 Aralık 2010 Salı
iyi mi yoksa kötümü yaptık bilmem..
Mira'nın mobilitesinin artması ile beraber, yani sanırım geçtiğimiz Haziran filandı, evin içide onu korumak için önlemler almamız gerektiğine karar verdik, en başta meraklı bir çocuk Mira, çok muhtemel her çocuk gibi.. fişler, çekmeceler, dolaplar ilgisinden ve merakından nasibini alıyor. Bir de o el çabukluğu ile birleşince bazen sen daha boş boş bakarken o hedefe ulaşmış oluyor.. Mira geç yürüdü, neye göre diyeceksiniz ne biliyim takip ettiğim bloglar, okuduklarım vs.. temkinli olmasının bence bunda payı çok, çok düşüp kalkmadan da yürüdü gitti kuzucuk.. ama emeklediği ilk günden itibaren bir yerden bir yere ulaşabilmenin sevinci ve heyecanı ile turladı durdu evin içinde, daha da çok salonda.. orta sehpanın çekmecelerinin çekilmesine gücü yetmezken iyiydi, çoğu gün salondan antreye çıkılan iki küçük basamağa geldi durdu.. orada kaldı, gözümüz üzerinde falan deyip idare ettik, ta ki o basamakları tırmanmaya çalıştığı ya da çekmeceleri çekip o lokum parmaklara tehlikeler yaşatmaya başlaması ile ne yapsak diye başladık düşünmeye.. önce birkaç arkadaşa sorduk, farklı tecrübeler dinledik.. Ikea'nın ürünlerini filan gözden geçirdik ama baktık hiç tecrübemiz olmayan bu konuda tamamdır deyip içimiz rahat işe gitmek üzere eşikten geçemeyeceğiz, bir arkadaşımın önerdiği Kids safe-t firmasından randevu aldım, hatta firmanın adı daha sonra Park Zone olarak değişti, şirket öncelikle bir ekspertiz yapıyor bunun için o tarihte 75 TL alıyorlardı, evinizi incelikle dolaşıp çözüm bulacakları, bulamayacakları tüm tehlikeleri ve önerilerini aktarıyorlar, sonrasında kendi çözüm yöntemleri ile size bir teklif hazırlıyorlar, bu teklif malzeme, montaj herşey dahil, siz sizin için neler önemli ise bütçenizi de kollayarak bir onay verebilirsiniz, herşeyi isteyebilirsiniz, hiçbirşey istemeyebilirsiniz, kendi çözümünüzü bulabilirsiniz, Ikea'dan alırım, kendim de takarım, bütçemi de kollarım modeli, ya da du bakalım başladık şu işe tam olsun modeli, ya da bu olsun bu olmasın modeli.. biz üçüncü modeli seçtik bazı teklifleri kabul etmedik, Pekcan bey evi dolaşırken çalışmayı mekan mekan toparladık, örneğin salonda DVD ve Digitürk için koruyucu önerdi, biz bunu eledik ne gerek var yok artık diyerek, sonra günün birinde dizilerin en heyecanlı yerinde kırmızı çerçevede " kartı takın lütfen " mesajını göre göre yok olmayacak deyip ek sipariş verdik, tabi her olmasın da bu neticeye varmadık, hatta kimi önerileri halen yapmadık da örneğin perde, stor indirme kaldırma zamazingosu adı nedir bilmem son yıllarda çocuk ölümlerine neden oluyormuş Amerikada, Pekcan bey bu uzun parçaları duvarda yüksekte tutturmamızı önerdi, yapmadık çünkü köy odası vari bir görüntü yarattı bu teklif, ya da sandalyelerin ayaklarına yeri tutan parçalar yapıştırın dedi biz yapmadık ama bunlar biraz da ufak tefek kaldı.
Biz salonumuzdaki kot farkı için bulunan iki basamağı kapatan ve Miranın o basamaklardan kafa üstü düşmesini engelleyen bir koruma kapısı yaptırdık, işte şöyle;
tüm sehba yan keskin birleşme hatları yumuşak plastik bir çeşit bant ile kaplandı, ağzı, burnu, başı vurursa hafif atlatılsın diye,aynı malzemeyi salonun bir yüzünde tavandan yere cam olan duvar kenarı yükseklik için de önerdi Pekcan bey ama biz onu da biraz fuzuli bulduk.Tüm sehba çekmecelerine kilitli bantlar, tüm büfe kapaklarına içten kilitler takıldı. DVD ve Digitürk koruyucu yukarıda anlattığım gibi sonradan takıldı.
Evin tüm pencerelerine, yana doğru açılan mutfak penceresi hariç, kilitler takıldı, Sündüz her temizlikde " bunlağ çok serd benüm gittüğüm evde hepiciğini ben açıveryom " diye söylenedursun ben çok mutluyum, hele arkadaşlarımın çocuklarının iphone, çelik tencere falan attıklarını düşündükçe camdan dışarı, en başta küçük kuzuyu, sonra dışarıdaki canlıları koruyor olmak rahatlatıcı..
Benim en çok korktuğum salondaki tavandan tabana camın alt bölümünü Pekcan bey hiç tehlikeli görmedi, çift cam olduğu için çok kafaya takıyorsam koruyucu film takarız ama bence ona da hiç gerek yok deyince ben de üstelemedim, neticede uzman olan ben değilim..
gelelim mutfağa.. o zamanlar Mira'nın mutfak ile hiç alakası yoktu ama biz önlemleri aldık tabiki, mutfak kapısına koruma kapısı öncelikli tercihimiz oldu, zira mutfakta bazı dolaplar sistemleri itibariyle koruma mekanizması takılmasına uygun değildi, ocak bariyeri, takılabilen dolaplara koruma mandalları takıldı, ancak girişi engelleyen kapı zaten ilk adımda koruyucu oluyor.
Kabul minik kuzunun istediği gibi evi turlayamaması kötü ama ben evde olduğum zamanlar tüm kapıları açıyorum dilediği gibi dolaşıp hevesini alsın diye, çünkü gelip parmaklıklara dayanmasını seyretmek hiç hoşuma gitmiyor, bu yazının başlığı da bu ruh hali ile yazıldı, cimcime bir de mahzun bir bakış takınıyorki, insanın içi acıyor.. ama herşey lokumu korumak için.
Antredeki dolap deprem güvenliği olarak duvara çivilendi, Mira'nın dolabını zaten daha önce çiviletmiştik, Mira'nın ulaşabileceği tüm fişlere koruma takıldı, ayrıca kapıların hem kapanmasını, hem de kapanırken arka tarafında parmak sıkışmasını engellemek için kapı aralarına takılan parçalardan aldık, evdeki iç kapı sayısı kadar..
Banyoda klozet kilidi ve dolaplara kilitler takıldı, yatak odamızda yatağın yan keskin kenarına yine yumuşak bantlar yapıştırıldı.
Mira altı aylık olduğundan beri bizimle beraber yatıyor, yatakta yalnızken onu korumaya almak zor oluyordu, onun için de bir yatak bariyeri aldık, sökülüp takılabiliyor, bütün yaz da evimizin dışında kaldığımız heryere onu taşıdık parçalayarak, acaip kullanışlı bir parça, kolaylıkla monte ediliyor ve yatak ile somya, baza vs..arasına yerleştiriliyor, işte şöyle birşey..
neticede önce Allaha sonra bize emanet kuzucuk, buna inanmak gerek ama tedbiri de elden bırakmamak gerek..
söz kuzucuğum sen kendini korumayı öğrendiğinde biz önünden tüm engelleri kaldıracağız, bir de şimdiden haşat olan orta sehpayı ve tüm üzerine bant yapışmış mobilyaları cilaya yollayacağız..
Biz salonumuzdaki kot farkı için bulunan iki basamağı kapatan ve Miranın o basamaklardan kafa üstü düşmesini engelleyen bir koruma kapısı yaptırdık, işte şöyle;
tüm sehba yan keskin birleşme hatları yumuşak plastik bir çeşit bant ile kaplandı, ağzı, burnu, başı vurursa hafif atlatılsın diye,aynı malzemeyi salonun bir yüzünde tavandan yere cam olan duvar kenarı yükseklik için de önerdi Pekcan bey ama biz onu da biraz fuzuli bulduk.Tüm sehba çekmecelerine kilitli bantlar, tüm büfe kapaklarına içten kilitler takıldı. DVD ve Digitürk koruyucu yukarıda anlattığım gibi sonradan takıldı.
Evin tüm pencerelerine, yana doğru açılan mutfak penceresi hariç, kilitler takıldı, Sündüz her temizlikde " bunlağ çok serd benüm gittüğüm evde hepiciğini ben açıveryom " diye söylenedursun ben çok mutluyum, hele arkadaşlarımın çocuklarının iphone, çelik tencere falan attıklarını düşündükçe camdan dışarı, en başta küçük kuzuyu, sonra dışarıdaki canlıları koruyor olmak rahatlatıcı..
Benim en çok korktuğum salondaki tavandan tabana camın alt bölümünü Pekcan bey hiç tehlikeli görmedi, çift cam olduğu için çok kafaya takıyorsam koruyucu film takarız ama bence ona da hiç gerek yok deyince ben de üstelemedim, neticede uzman olan ben değilim..
gelelim mutfağa.. o zamanlar Mira'nın mutfak ile hiç alakası yoktu ama biz önlemleri aldık tabiki, mutfak kapısına koruma kapısı öncelikli tercihimiz oldu, zira mutfakta bazı dolaplar sistemleri itibariyle koruma mekanizması takılmasına uygun değildi, ocak bariyeri, takılabilen dolaplara koruma mandalları takıldı, ancak girişi engelleyen kapı zaten ilk adımda koruyucu oluyor.
Kabul minik kuzunun istediği gibi evi turlayamaması kötü ama ben evde olduğum zamanlar tüm kapıları açıyorum dilediği gibi dolaşıp hevesini alsın diye, çünkü gelip parmaklıklara dayanmasını seyretmek hiç hoşuma gitmiyor, bu yazının başlığı da bu ruh hali ile yazıldı, cimcime bir de mahzun bir bakış takınıyorki, insanın içi acıyor.. ama herşey lokumu korumak için.
Antredeki dolap deprem güvenliği olarak duvara çivilendi, Mira'nın dolabını zaten daha önce çiviletmiştik, Mira'nın ulaşabileceği tüm fişlere koruma takıldı, ayrıca kapıların hem kapanmasını, hem de kapanırken arka tarafında parmak sıkışmasını engellemek için kapı aralarına takılan parçalardan aldık, evdeki iç kapı sayısı kadar..
Banyoda klozet kilidi ve dolaplara kilitler takıldı, yatak odamızda yatağın yan keskin kenarına yine yumuşak bantlar yapıştırıldı.
Mira altı aylık olduğundan beri bizimle beraber yatıyor, yatakta yalnızken onu korumaya almak zor oluyordu, onun için de bir yatak bariyeri aldık, sökülüp takılabiliyor, bütün yaz da evimizin dışında kaldığımız heryere onu taşıdık parçalayarak, acaip kullanışlı bir parça, kolaylıkla monte ediliyor ve yatak ile somya, baza vs..arasına yerleştiriliyor, işte şöyle birşey..
neticede önce Allaha sonra bize emanet kuzucuk, buna inanmak gerek ama tedbiri de elden bırakmamak gerek..
söz kuzucuğum sen kendini korumayı öğrendiğinde biz önünden tüm engelleri kaldıracağız, bir de şimdiden haşat olan orta sehpayı ve tüm üzerine bant yapışmış mobilyaları cilaya yollayacağız..
19 Aralık 2010 Pazar
bugünlerde bizim evde...
bugünlerde bizim evde tuvalete " otuuğğğ.." modası var. Çok oldu belki iki ay Mira'ya tuvalet alalı, işte şöyle bişi..
ilk başlarda salonda biraz oturdu, kıyafetleri ile, sonra benim İngiltere de olduğum hafta antrede boş boş bekleyen sandalyemizi dönüşte ideal kullanıma sunduk.. ilk denememiz tam bir başarı idi.. yüzünde bir sıkıntı fark edince Mira'cım kaka mı var? soruma " kaka.." tuvalete oturalımmı soruma da " otuğğğ " cevabını alınca hemen oturduk tuvalete.. o da ne hem küçük hem büyük:)) tarihler 4 aralık nurturia daki anı defterine şöyle yansımış olay sonraları sıkmadan, zorlamadan, ısrar etmeden devam etmeye başladık.. leyla hergün deftere saatleri yazıyor ama metabolizmanın bir sırası yok ya da biz henüz sayı dizisini çözemedik.. neyin ne kadar arkasından ne geliyor.. yavaş yavaş diyoruz.. kimi zaman bezine kimi zaman tuvalete geçinip gidiyoruz.. Mira geç yürüdüğü için tuvalet eğitimi konusuna istediğim gibi eğilemedim ama umuyorumki fazla zorlanmayacağız.. bu arada otururken okumak, altından çıkan bezi çöpe attırmak, yanında mutlaka birinin daha oturmasını ve hatta onun da okumasını istemek, malzemenin tuvalete dökülmesini, el sallayarak sifona basarak izlemek seramoninin değişmez adımları.. ve hatta bu anlar elektronik alımı gibi kritik kararlar için de kullanılabiliyor..:))
8 Aralık 2010 Çarşamba
18 ay biterken:)
ilk sene her ayı kutlamıştık, pastalı mumlu.. ve her ay dönümü için mutlaka bir fotoğrafımız vardı, bir yaşdan sonra boşladık.. ben kendimce herkeslere haberler salmaya devam ettim tabi, bugün 11 aylık olduk, 13 aylık, 15 derken dün tam 18 aylık oldu Miramız.. artık 1,5 yaşında..
durum ne mi? yürüyoruz, ufak ufak tuvalet kullanıyoruz, kilomuz normalde, boyumuz az biraz normalin üstünde, çooook konuşuyoruz, herşeyi tekrarlıyoruz, üç hece falan affetmiyoruz, meme halen vazgeçilmezimiz, müziği çok seviyoruz, melodileri çok güzel yakalayıp güzel güzel şarkılar söylüyoruz, " daha dün annemizin.." müziği ilk göz ağrımız.. gymboreenin müzik dersinin ilk dönemini başarı ile bitirdik, yarın british schoolun oyun grubuna başlıyoruz, bunun için 18 aylık olmayı bekliyorduk, hayvanları kedi, köpek, kuş çok seviyoruz.. köyk, keyt ve kağga şeklinde.. canımız ne isterse gayet rahat ifade ediyor ve yaptırana kadar tekrarlıyoruz, ini, açi, okuğğ, kitap çok seviyoruz, bol bol kitap çeviriyoruz, anneyi en çok düşündüren halen sert yemek konusunda tepkiliyiz, hemen çıkartıyoruz, çiğnemeye alıştırmamız lazım Miracığı ama çok tepki gösteriyoruz:( artık günde bir sefer uzun uyku ve deliksiz gece uykusu ile dinlenmemiz için yeterli uyuyoruz.. ilk ayrılış sonrası annii den ayrılmak konusunda tepkili ve endişeli.. ama anni ve bağba yanındayken değme keyfine.. annanne, teyziii, ablağğğ canı isteyince dökülüveriyor dilinden.. işte böyle, 18 aylık oldum kutlamasından teyziiinin çektiği mugunun eşlik ettiği birkaç kare yukarıda..
6 Aralık 2010 Pazartesi
O mavi dosya..
Hiç niyetim yoktu eskilere dalmaya.. sadece pasaportumu arıyordum daha yeni geldim nerede olabilirki?.. yoksa duty freede alışveriş ederken bıraktımmı kasada, Mira'ya kavuşacak olma heyecanı ile.. yooo gördüm sanki sonra çantamda.. tüh yarına da yenisi için randevumuz var şu gözdemi acaba derken pat diye elime geldi o mavi dosya..
başta özenle dosyalanan evraklar sonlara doğru biraz özensiz belki isteksiz belki bıkkın belki üzgün bir ruh hali ile hatta delinmeden üstünkörü dizilmiş.. bir tahlille başlıyor, başkaları ile devam ediyor, arada komut sayfaları.. " günde iki kere şundan, beş gün günde iki sefer bundan, dinlenin, dinlenmek hareketleri kısıtlayıp sürekli yatmak değil, mümkün olduğunca günlük hayatınıza devam edin.."
Mustafa Bahçeci'nin kartı düştü içinden, ilk tanıştığımız günü hatırladım, " iğneyi istersen ayak başparmağından yap Âlâ, hiç farketmez, ama rahat ol, bak bu çok farkeder " deyişi..
Nişantaşı'ndaki o klinik şimdi Fulya'da, eminim tek değişiklik bu, yine dolup taşıyordur hergün.. umutlar, hayaller, hayalkırıklıkları, sevinçler.. ben en üzüntülü günlerimi de en büyük sevinçlerimi de orada yaşadım, 2 haziran 2008, hayatımda unutmayacağım doğumgünüm, içimdeki o minik kese cansız da olsa onu vermeyi hiç istememiştim, gözlerimden sicim gibi yaşlar akarken Mustafa bey elimi tutmuştu yine, "unut herşeyi kendini rahat bırak, tatil yap, dinlen, hiçbirşey düşünme, toparlan, vücudun toparlansın ve tekrar gel " diyerek.. her transferde ben o masada öylece yatarken elimi tutup "dua et Âlâ, güzel şeyler düşün " derken olduğu gibi gözlerimin tam içine bakarak.. kliniğe bir sonraki gelişimin içimdeki minicik kalp seslerini duymak için olacağını bilemezdim tabiki o gün.. Bora beyin dediği gibi bir efsane olup anlatılacağımı, herkese umut vermek için güzel bir hikaye olacağımızı kızımla beraber, bilemezdim tabi, o masada mutsuz yatarken..
çok şükür, Allahıma çok şükür, meğer buna ne çok ihtiyacım varmış, içimi nasıl güzel bir duygu kapladı her şükür deyişimle, daha üste koydum bu defa o mavi dosyayı, karşıma daha sık çıksın, hep düşüneyim, hep şükredeyim, işe şuna buna canımı sıkıp üzülmeyeyim, hayatta en önemlinin ne olduğunu biliyorum da daha sık hatırlayayım diye.. kapattım çekmeceyi, iç huzurunu bulmuş olarak ama pasaportu bulamadan:))
başta özenle dosyalanan evraklar sonlara doğru biraz özensiz belki isteksiz belki bıkkın belki üzgün bir ruh hali ile hatta delinmeden üstünkörü dizilmiş.. bir tahlille başlıyor, başkaları ile devam ediyor, arada komut sayfaları.. " günde iki kere şundan, beş gün günde iki sefer bundan, dinlenin, dinlenmek hareketleri kısıtlayıp sürekli yatmak değil, mümkün olduğunca günlük hayatınıza devam edin.."
Mustafa Bahçeci'nin kartı düştü içinden, ilk tanıştığımız günü hatırladım, " iğneyi istersen ayak başparmağından yap Âlâ, hiç farketmez, ama rahat ol, bak bu çok farkeder " deyişi..
Nişantaşı'ndaki o klinik şimdi Fulya'da, eminim tek değişiklik bu, yine dolup taşıyordur hergün.. umutlar, hayaller, hayalkırıklıkları, sevinçler.. ben en üzüntülü günlerimi de en büyük sevinçlerimi de orada yaşadım, 2 haziran 2008, hayatımda unutmayacağım doğumgünüm, içimdeki o minik kese cansız da olsa onu vermeyi hiç istememiştim, gözlerimden sicim gibi yaşlar akarken Mustafa bey elimi tutmuştu yine, "unut herşeyi kendini rahat bırak, tatil yap, dinlen, hiçbirşey düşünme, toparlan, vücudun toparlansın ve tekrar gel " diyerek.. her transferde ben o masada öylece yatarken elimi tutup "dua et Âlâ, güzel şeyler düşün " derken olduğu gibi gözlerimin tam içine bakarak.. kliniğe bir sonraki gelişimin içimdeki minicik kalp seslerini duymak için olacağını bilemezdim tabiki o gün.. Bora beyin dediği gibi bir efsane olup anlatılacağımı, herkese umut vermek için güzel bir hikaye olacağımızı kızımla beraber, bilemezdim tabi, o masada mutsuz yatarken..
çok şükür, Allahıma çok şükür, meğer buna ne çok ihtiyacım varmış, içimi nasıl güzel bir duygu kapladı her şükür deyişimle, daha üste koydum bu defa o mavi dosyayı, karşıma daha sık çıksın, hep düşüneyim, hep şükredeyim, işe şuna buna canımı sıkıp üzülmeyeyim, hayatta en önemlinin ne olduğunu biliyorum da daha sık hatırlayayım diye.. kapattım çekmeceyi, iç huzurunu bulmuş olarak ama pasaportu bulamadan:))
5 Aralık 2010 Pazar
sirke gittik..
ben hiç sirke gitmemiştim, bugüne kadar..hiç de ilgimi çekmemişti..geçenlerde Zeynep söyleyene kadar.. gündüz Emire söyledim, canım babam bayılırdı televizyondan sirk programlarını seyretmeye, uzun uzun seyrederdi, hep pazarları olurdu, ben hiç sevmezdim, hala da sevmem akrobasi,top atan tutan adamlar, hele palyaçodan.. nefret ederim.. hiç aklımda yoktu geçenlerde Zeynep dediki Ada'yı Medrano'ya götürmek istiyorum, beraber götürelimmi diye.. o zaman düşündüm Mira'ya değişik gelirmi acaba diye? Zeynep'ler ile uyuşmadı program ama biz bugün için aldık biletleri..beklediğimden ilgili seyretti Mira, aradabir biraz mızıdı ama geneli uyumluydu.. ama ben biraz burulmuş çıktım, birdaha gidermiyim bilmem, Mira'yı götürürmüyüm onu hiç bilmem.. bu kadar hayvan seven kızım gitmek istermi onu da bilmem.. acıdım.. başta hayvanlara, özünden uzaklaşmış, bir parça şeker için türlü şaklabanlık yapan zavallı hayvanlara,o eski model insanlara, evini barkını bırakmış bir kasaba taşıyan onlarca karavanlarda bir hayat süren orada yaşlandığı belli emektarlara ve yaşlanacağı belli genç insanlara..o alabildiğince parıltılı ama bir o kadar basit zevksiz kılıklar, ve hele o köhne koku var ya.. şu anda bildiğim şu..orada olup o zavallı durumu izlememeliydik.. allahtan Mira henüz bunu anlamıyor, sadece ışık, hayvan ve hareket vardı onun için.. büyüsün ve kendisi karar versin bir daha gidip gitmeyeceğine..
işte birkaç kare..
18 Kasım 2010 Perşembe
kavuşmalar hep güzeldir..
geçen pazar döndüm, yorucu bir haftanın ardından pazar sabah ilk uçak ile yola koyuldum, Mira babası ile alandaydı, şaşırdı beni görünce, önce uzun uzun yüzüme baktı sanki hatırlamak ister gibi, sonra yüzünü yüzüme yaslayıp öylece durdu, dakikalarca bir yaslıyor sonra çekip uzaktan bakıyor, mutlu mutlu sırıtıyor, bir içli bakışı vardır onun, bakışları içine işler insanın, işte öyle baktı, sevindi, güldü, kendince öptü.. zayıflamış ya da boyu uzamış, çünkü eminimki acaip iyi bakıldı ben yokken, ekstra ilgi ile ama hiç süt içmiyor Mira, çokdur biberon almıyor, almadığımız çeşit model kalmadı, en son nuby nin anne göğsünü gerçekten çok iyi taklit etmiş tamamı silikon Doğal Dokunuş modelinin ayına uygun boyutunu aldım, bence cidden başarılı, önce üç beş gün oyuncak olarak verdik eline, hani herşey direkt ağıza gidiyor ya normalde bu parça için de aynını dileyerek ama olmadı, hiç emmedi.. yokluğum süresince sadece su içmiş Mira, ilk gece dışında da hiç kriz yaşatmamış.. benden daha olgun davrandığı kesin ben günlerce karalar bağladım nasıl yöneteceğiz bu dönemi diye, alın işte.. birkez daha inandım yavrular uyum ve değişim yönetimi konusunda cidden çok iyiler.. hem düzen isteyip düzen sevip hem de değişimi böylesine iyi yönetmeleri süper:) işte böyle, bu bakışma ve koklaşmalar otoparka kadar devam etti, arabaya oturmamız ile memmme memmme ııııııhhhh memmmmeee nidaları arasında yapıştı;) bir daha emermi emmezmi acaba sütten kesilirmi ya istemezse ama ben daha emzirmek istiyordum soruları da balon olup uçtu yeşilköy semalarına.. en enteresanı ilk gün dışında memenin adını anmayan Mira meğer hiçbirşeyi unutmamış.. ama kendimi de tebrik etmeliyim çünkü hiç engel tanımadan son derece disiplinli bir şekilde günde üç sefer sağılarak, kocaman medela makinayı heryere taşıyarak ben de az çabalamamıştım.. netice mi? kızım ve ben çok iyi bir ikiliyiz, dahası neki?:))) şimdi koala modeli yaşamaktayız, yan odaya geçsem annniii annniii peşime düşüyor.. neyseki pazartesiye daha üç koca gün var, sonunu düşünmeden tadını çıkarıyoruz şimdi.. bir de medela makina ile ilişkimin bitişini kutluyoruz..
13 Kasım 2010 Cumartesi
packing for Istanbul:)))
Ve işte Londra'dayım.. geçerdi, geçmezdi, nasıl geçerdi derken hafta bitti, York geçmişte kaldı, meleğime kavuşmama bir gün kaldı.. off ne güzel uyuyordur o şimdi, misler gibi kokuyordur.. seni çok özledim Mira..
10 Kasım 2010 Çarşamba
herşey yolunda..
Yorkdayım..cumaya kadar, sonra bir gün Londra ve ver elini İstanbul ama mümkünse elimi Mira tutsun..yarın çarşamba, yarısı bitti sayılır..İstanbuldan gelen haberler de çok iyi..Mira'nın keyfi yerinde, teyzesi ile o park senin bu park benim geziyor, salıncakda uyuyor, oynuyor, konuşuyor, bana e-mail atıyor, aradabir ağlıyor, anne deyip beni arıyor ama daha çok teyziiiii say cheeseeeeeee diyor, yemeğini yiyor, ne yapalım süt içmesin, lak lak lak su içiyor, babası ile yatıp onunla uyuyor, sabah beşte uyanıp yine su içiyor, bu anın hayalini kurdum geçen tüm hafta boyu, bir herşey yolunda haberi alsam ah bir alsam diye.. çok şükür..
8 Kasım 2010 Pazartesi
Mira ile ilk ayrılık..
ilk gece..ayrı ilk gecemiz..meleğimden ayrı ilk gece..o istanbul da umarım babası ile mışıl mışıl uyuyor, ben londra da bir otel odasında..seyahati hep seven ben ayaklarımı sürüyerek geldim, gözüm arkada değil, babası,annem, ablam, yeğenlerim,ezel teyzemiz, ayfer teyzem, leyla ablası herkes tetikte, takipte, bilfiil bakımın içinde, ama o meme diye ağlayacak ya, o anne diyecek ya,ben onun kokusunu duyamıyorum ya, sarılamıyorum ya, daha şimdiden özledim ya,hem de daha koskocaman bir hafta varken..nasıl geçer bu hafta.. hem çalışmak hem annelik ne zormuş, öyle reklamlarda söylenirmiş ancak çocuk da yaparım kariyer de diye, hayatın kendisi orkid reklamı değil maalesef, işte böyle meleğine sarılıp uyumak isterken kmlerce uzakta bir otel odasında bilgisayara sarılıyor insan..gözüne uyku girmeden..
2 Kasım 2010 Salı
count down:(
geri sayım başladı..tam 6 gün var, tam 5 gün var derken vakit yaklaşıyor.. pazar günü Mira'dan ilk defa ayrılıyor ve iş seyahatine çıkıyorum.. hem de tam bir hafta.. Mirasız 7 kocaman gün.. bu fikir biraz basıyor, gece uykularımı filan kaçırıyor.. hiç ayrı yatmadımki ben meleğimden hiç ayrı bir gece geçirmedim ki.. biraz zor geliyor, umarım kolay atlatırız, ikimiz de.. babası, annem, ablam, teyzem, yeğenlerim herkes seferber sağolsunlar..bir çırpıda geçiverse, arefeye geliversek..ah hadi inşallah..
31 Ekim 2010 Pazar
Yaşam hergeçengün daha zor..
Sema ve Hakan ile neredeyse 6 aydır görüşmüyorduk, geçende Sema aradı, görüşelim diye.. Mira'yı görmek isterlermiş..tabi bizi de.. pazara diye sözleştik, sabah Mira nın Mohini My Gym de dersi vardı, oradan Taksime devam ettik, plan Beyoğlu Midpointte buluşmak idi, meydanda bir kalabalık, hiç rahatsız olmadık, yağışdan yapılamayan ertelenmiş 29 ekim kutlamalarından biri daha dedik, Odakule ye doğru yollandık, oraya parkedip İstiklale vurduk kendimizi..Mira uykuda, arabasında İnci ye kadar yürüdük, babaya çizgi çikolatalı bisküvi almaya, o sırada duyduk bomba patladığını konuşmalardan.. keyfimiz kaçtı, korktuk, buluşma noktası Midpoint olmasa da caddenin başında olsa idi hep yaptığımız gibi Kazancıya parkedip pekala da patlama sırasında bizde oralarda olabilirdik.. bu sadece biz iyiki orada değildik ama olabilirdik keyifsizliği değil, daha geçen gün polisler Mini Cooper kullanıyor konuşmamıza konu arabalardan biri kan içinde, bir pazar sabahı, tatil gününü yaşamak isteyen bir dolu İstanbullu, bir tarafta işini yapan polisler, cadde boyu bir çoğunu gördüğümüz korkmuş turistler.. yaralılar için endişe, bir insanın kendisini bomba olarak patlatabileceğine inanamama ve inancın, bağlılığın gücüne dair korku, çocuklarımıza böyle bir dünya bırakmanın endişesi.. keyfimiz kaçtı..
kızım bugün yürüdüğünün farkına vardı:)
Mira ilk ayaklandığı günlerden beri müthiş temkinli ve kontrollü bir çocuk, ya bundan ya böyle olması gerektiğinden yürümekte gecikti, aslında bir süredir laf olsun diye destek alıyor ama o laf olsun destek olmadan da yürümek istemiyor, ta ki yaklaşık bir hafta on gündür salonda sehpadan kanepeye etapları yüzünün akı ile atlatana kadar, en son perşembe geceki serbest yürüyüşten sonra bugün, yani gecesini yaşadığımız günün gündüzünde, beni hayretler içinde bıraktı.. tüm gün dışarıdaydık, yaklaşık 2,5 saat babasının kucağında uyudu, biz kapalıçarşıda dolaştık o babasının kucağında rüyalara daldı, bu zorlu etap sonunda yorgunluktan ayakta duramayan bir baba ve ekstra enerjiden yerinde duramayan bir Mira ile geri döndük eve, akşam kızlarla buluşacaktım, yorgun ve kas çalışmış baba evde yatmak ve film seyretmek istedi, kızların birinin kocası maçta, birinin de kocası olmadığı için bizim buluşma aynen kızlar buluşmasına döndü.. Mira ile ufak bir üst baş düzeltmesi neticesinde kendimizi Bebek Midpointte bulduk, aman allahım benim küçük cadı meğer bugünü beklermiş hiç ama hiç ama hiiiiçççç oturmadı, sanki o elden ele hatun o değil, bir yukarı bir aşağı, bir yukarı bir aşağı, o önde ben arkada, herkesin aylardır söylediğini bugün net olarak anlamış bulunuyorum, mobil Mira ile hayat bol ayak, bol bel ağrısı olacak gibi..
29 Ekim 2010 Cuma
e hadi bakalım..
yazmamak çok kötü..günceli kaybediyorsun, günceli kaybedince hiçbirşey yazılacak kadar önemli olmuyor, dur şimdi daha şunu bile yazamadım derken öbürsü kayıp gidiyor, tatsız.. artık yazacağım..kızım bu üç beş ayı sormasın sonra bana hepsinden ufak ufak yazılacak şeyler var, hepsini yazacağım..
Mira'cığım uzun zamandır sıralıyor, yürüyor, hatta iki elini tutunca depar atıyor.. ağustostan beri tek elini tutunca da depar atıyor, ama öyle temkinliki tutunmaktan bir türlü vazgeçemiyor, neredeyse bir aydır sehpa ile kanepe arası, babadan anneye minik minik yollar alıyordu, dün diyeceğim çünkü artık yeni gün, dün akşam uzun uzun yürümeye başladı yardımsız.. biraz okumaya başlamıştım neden böyle gecikti diye, örnekleri pek çok.. kiminin birşeyi önce birşeyi sonra, çocuklar başka başka.. ama hep yazılmış geç yürüyenler hep dikkatli, temkinli, bu nedenle büyük düşüşler yaşamadan atlatıyor bu dönemi, du bakalım bizim fıstık ne zaman evde fır dönmeye başlayacak.. başımıza geleceği bilmezmiş gibi bekliyoruz..
Mira'cığım uzun zamandır sıralıyor, yürüyor, hatta iki elini tutunca depar atıyor.. ağustostan beri tek elini tutunca da depar atıyor, ama öyle temkinliki tutunmaktan bir türlü vazgeçemiyor, neredeyse bir aydır sehpa ile kanepe arası, babadan anneye minik minik yollar alıyordu, dün diyeceğim çünkü artık yeni gün, dün akşam uzun uzun yürümeye başladı yardımsız.. biraz okumaya başlamıştım neden böyle gecikti diye, örnekleri pek çok.. kiminin birşeyi önce birşeyi sonra, çocuklar başka başka.. ama hep yazılmış geç yürüyenler hep dikkatli, temkinli, bu nedenle büyük düşüşler yaşamadan atlatıyor bu dönemi, du bakalım bizim fıstık ne zaman evde fır dönmeye başlayacak.. başımıza geleceği bilmezmiş gibi bekliyoruz..
12 Eylül 2010 Pazar
yeni tur yeni şans..
evet istediğim bu değil.. yazamıyorum, çok şey var yazacak, koskocaman bir yaz geçti,ondan önce kıştan kalan birkaç ilk..ilk olarak annenin iş yerinde, sonra ilk olarak babanın iş yerinde falan falan falan..yaz boyu birkaç kısa kaçamak, Miram artık tam 15 aylık,bu 15 aya sığışan 4 bakıcı.. mevcutu gidiyor, bugün ortaya çıktı gideceği, gitmesi gerektiği,artık ona güvenmemin hiç mümkün olmayacağı.. çokdur biliyorum gitmeli, doğru kişi değil ama bir cesaret gösterememiştim, kendiliğinden beni bu noktaya getirdi sağolsun.. herişte bir hayır vardır bazen kendin karar veremiyorsan başkalarının kararlarını kullanırsın benimki de buna bir örnek.. allaha çok şükür can teyzemiz, can anneannemiz var, canımız Müge ve Mine ablalarımız var, açıktamı kalacak benim Miram, tabiki kalmayacak.. yeni tur yeni şans.. bu ruh hali ile daha yazmamalıyım.. başlamadan bitti demeyin yazacağım, uzuuun uzuuun yazacağım, hele bi düzeni kurtarayım allahın izni ile..o vakte kadar bize az müsaade..kalın sağlıcakla..
4 Temmuz 2010 Pazar
çok boşladım çoookk:((
niyedir bilmem hiç yazasım yok.. diyelim yazasım oldu vaktim yok.. diyelim vaktim var yazasım yok.. böyle bir kısır döngü gidiyor,
evet vaktim yok doğru, günler nasıl geçiyor bilmiyorum.. tatil bitti geldik, işe döndük ve hatta hiç gitmemiş gibi bile olduk.. Miram geçen cumartesi ateşlendi, 39.9 ile başlayan ateş çarşamba tam olarak düştü ama yerine bir kuru öksürük bıraktıki sanırsınki karda yatmış..tabi antibiyotik başladık, allaha bin şükür bu zamana kadar almamış olduğumuza şükredelim diyip başladık bittabi.. perşembeye kadar devam edeceğiz.. bu arada iki gündür kendisi daha iyi ama babası ve ben hastayız bu defa, evin heryerinden ayrı bir ilaç kokusu yükseliyor..
annem konyaya gitti teyzemle.. ablamlar da pazartesi tatile gidiyorlar.. haa bu arada Mügecim mezun oldu kadıköy anadoludan.. mezuniyet töreni ayrı bir sayfa konusu, sonra evimizi güvenli yaptık, kids safe-t ile, bu da ayrı bir yazı konusu.. ooo daha yazılacak ne çok şey var, kıştan birkaçgüzel ilk vs..
bende de bir şımarıklık.. ama hem valla hem billa vakit bulamıyorum.. işde bloga giremiyorum, şimdiki aklım olsa uzantısını blogspot yapmazdım adresin ama nerdeeen bilecek bu garip teknoloji özürlü bu durumu..
işten çık koştur koştur ev.. güya yaz, güya bazıları şehri terketti, sanırsam evlerini başka şehirden gelenlere kiraladılar, yani trafik hiçmi değişmez be kardeşim.. her akşam fındıklı-levent arası ömür törpüsü.. allah köprü geçenlere kolaylıklar vere.. eve gelince Miramın " attaaa " diyen sesi, nasıl da güzel tonluyor, dayanamıyorum, kapıp ya bahçeye, ya yıldız parkına, eve gel, yemeği, banyosu derken yatma vakti..e tabi onunla yatıp onunla kalkınca başka birşeye vakit yok, blog nereee, nurturia neree.. geceleri az uyumam lazım, bu kaçamak geceleri haftaiçi de yapmam lazım, ki günceli kaybetmeyelim.. bir de ebelek gübelek yazmamayı becermem lazım.. neyse artık özür diliyorum, bozuk ifadeler, imla hataları ve herşey için, hem anne hem de başka bisürü şey, bir koltukda birkaç karpuz oluyormuş, o koltuk da karpuzları taşıyamıyormuş..
evet vaktim yok doğru, günler nasıl geçiyor bilmiyorum.. tatil bitti geldik, işe döndük ve hatta hiç gitmemiş gibi bile olduk.. Miram geçen cumartesi ateşlendi, 39.9 ile başlayan ateş çarşamba tam olarak düştü ama yerine bir kuru öksürük bıraktıki sanırsınki karda yatmış..tabi antibiyotik başladık, allaha bin şükür bu zamana kadar almamış olduğumuza şükredelim diyip başladık bittabi.. perşembeye kadar devam edeceğiz.. bu arada iki gündür kendisi daha iyi ama babası ve ben hastayız bu defa, evin heryerinden ayrı bir ilaç kokusu yükseliyor..
annem konyaya gitti teyzemle.. ablamlar da pazartesi tatile gidiyorlar.. haa bu arada Mügecim mezun oldu kadıköy anadoludan.. mezuniyet töreni ayrı bir sayfa konusu, sonra evimizi güvenli yaptık, kids safe-t ile, bu da ayrı bir yazı konusu.. ooo daha yazılacak ne çok şey var, kıştan birkaçgüzel ilk vs..
bende de bir şımarıklık.. ama hem valla hem billa vakit bulamıyorum.. işde bloga giremiyorum, şimdiki aklım olsa uzantısını blogspot yapmazdım adresin ama nerdeeen bilecek bu garip teknoloji özürlü bu durumu..
işten çık koştur koştur ev.. güya yaz, güya bazıları şehri terketti, sanırsam evlerini başka şehirden gelenlere kiraladılar, yani trafik hiçmi değişmez be kardeşim.. her akşam fındıklı-levent arası ömür törpüsü.. allah köprü geçenlere kolaylıklar vere.. eve gelince Miramın " attaaa " diyen sesi, nasıl da güzel tonluyor, dayanamıyorum, kapıp ya bahçeye, ya yıldız parkına, eve gel, yemeği, banyosu derken yatma vakti..e tabi onunla yatıp onunla kalkınca başka birşeye vakit yok, blog nereee, nurturia neree.. geceleri az uyumam lazım, bu kaçamak geceleri haftaiçi de yapmam lazım, ki günceli kaybetmeyelim.. bir de ebelek gübelek yazmamayı becermem lazım.. neyse artık özür diliyorum, bozuk ifadeler, imla hataları ve herşey için, hem anne hem de başka bisürü şey, bir koltukda birkaç karpuz oluyormuş, o koltuk da karpuzları taşıyamıyormuş..
16 Haziran 2010 Çarşamba
oooohhhhh tatil..
tatildeyiz, cumartesiden beri..yarıladık bile..ışıl ışıl güneş, pırıl pırıl içilecek bir su, limonata gibi bir hava.. önce marmarısde kaldık iki gece,pupa yatta. sonra ver elini selimiye, beyaz güvercin.. Miracım inanılmaz uyumlu, yemek yemek dışında.. denize giriyor, yüzüyor simiti ile, uzaklaşsak bile kendi kendine eğleniyor, inanılır gibi değil, iki girişte alıştı..çimlere emekliyor,arabasına biniyor,havuzunda oynuyor, ot çiçek, kuru begonvil ne bulursa yiyor, yemek dışında.. günün en zor anları masa etrafında toplandığımız anlar, çığlık çığlığa..artık bıraktım..sadece meme emiyor, ben de seneler boyu nefret ettiğim sürekli çocuğuna birşeyler yedirmeye çalışan anneler gibi peşinden koşmaktan vazgeçtim.. hep derdimki hep türk çocukları ağlıyor, yabancı çocukların sesi bile çıkmıyor.. büyük konuşmuşum, zerre yemek yemeyen bir çocuğun var ise haliyle boğazından geçerken üzülüyor,ısrar üstü ısrar yapıp o nefret tabloları yaratıyorsun.. dün akşamdan bu yana son verdim savaşa, yenilgiyi kabul ettim.. Mirada ise kazanma sevinci, sadece meme emiyor ağzını şapırdata şapırdata..
işte böyle şimdilik bu kadar, minik cadı uyanmadan bi koşu yüzesim var şu göl gibi sularda..baaayyyyyy...
işte böyle şimdilik bu kadar, minik cadı uyanmadan bi koşu yüzesim var şu göl gibi sularda..baaayyyyyy...
8 Haziran 2010 Salı
Mira'm 1 yaşında..
muhtelif vesileler ile derim ya, haziran ayını pek severim diye.. nasıl sevmeyeyim doğum ayım, evlilik ayım, yaza, kısa kaçamaklara ya da uzun tatillere kavuşma ayım, yeşil eriklere, tiril tiril eteklere, uzun günlere erişme ayım ve şimdi, hele hele de şimdi, minik kuzuma kavuşma ayım.. ve de bu kavuşmanın ilkini kutlamakta olduğum bugün bir başka değişik, bir başka heyecanlı sanki..
daha dün gibi.. o pazartesi sabahın ilk ışıkları ile uyandığım, uyuduğuma uyku denilirse tabi, hem heyecan, hem sevinç, hem tek vücutken ayrılacak olmanın burukluğu ile Miranın boş odasından yayılan yeni mobilya kokusunu soluyarak uyandığım.. kendimi ağlamamak için güç tutarak Maslağa kadar yol alışımız, hastaneye yanlış kapıdan girip dolaşa dolaşa odamıza çıkışımız, en çok sevdiklerimin çoğu yanımda, Miram halen karnımda, sevdiklerime el sallayarak odamdan götürülüşüm, şiş vücudumda anestezi noktası bulunamayışı, dua edişim, yalvarışım... ne olur tam bayılmayayım,onun ilk sesini ben de kendimde duyayım, kasetten değil, ona ilk kez dokunduğumu bileyim, hissedeyim, bulun şu noktayı diye.. ameliyathane de yüksek bir müzik sesi, derken derken günlerden 8 haziran saat 09:07 yi gösterirken o ince sesin güçlü haykırışı..
yanağımın Mira'nın yanağına ilk kez değdiği o anı her hatırlayışımda tüylerim diken diken oluyor, o kadar netki o an, o sanki yeni doğdu ya, sanki ıslak, sanki yağlı sanki vücudu verniks tabaka ile kaplı ya, nasıl ki diye düşünürmüşüm?.. sarıp sarmalayıp getirip koynuma verdiklerinde ilk dokundum ona, ilk kez yanağım ile yanağına.. aman allahım nasıl güzel bir yumuşaklık, nasıl güzel bir koku, ben niye öyle sanmışım, halbuki hep okumadımmı o öyle sterilize bir şekilde taşınıyorki vücudumda, ne koku ne başka birşey, Allahımın büyük mucizesine inan ama kafa yorma, çünkü anlamak mümkün değil, inan sadece dercesine..
işte bu anın üzerinden tam 365 gün geçti, 365 kocaman gün, acı tatlı pek çok gün, ama daha dün gibi..
beni daha olgun, daha mutlu, daha sorumlu, daha törpülenmiş, daha çabuk ağlayabilen, ama kesinlikle daha çok gülen, daha umutlu, ona buna şuna üzülmeyen, daha verimli, daha programlı, ve en başta ANNE yapan güzel kızıma kavuşmam.. daha dün gibi..
şimdi onun mis kokusunun yanından kalkıp geldim, boş boş baktım klavyeye uzun uzun, sonra dedim ki düşünme toparlamaya, süslemeye çalışma, yaz aklından diline dökülür gibi, yaz ne hissediyorsan, tabi hissettiğin herşeyi de anlatabiliyorsan.. ne mümkün..
artık anneyim de, anneliğe de pek bi alıştım, pek bi sevdim, iyi ki doğmuş benim minik meleğim de.. Allahım sana şükürler olsun de,bana Mira'yı verdiğin için, beni anne yaptığın için.. bana anne diyişini duyacağım nice günlere ulaştır beni, sağlıkla, mutlulukla, sevdiklerimle, yanıbaşımdakiler ile, kaybettiklerim ise hep gönlümde, tabiki Miramla beraber, yanyana.. nice yıllara de... de bunları ve git yat o mis kokunun yanına, sıcağına..
daha dün gibi.. o pazartesi sabahın ilk ışıkları ile uyandığım, uyuduğuma uyku denilirse tabi, hem heyecan, hem sevinç, hem tek vücutken ayrılacak olmanın burukluğu ile Miranın boş odasından yayılan yeni mobilya kokusunu soluyarak uyandığım.. kendimi ağlamamak için güç tutarak Maslağa kadar yol alışımız, hastaneye yanlış kapıdan girip dolaşa dolaşa odamıza çıkışımız, en çok sevdiklerimin çoğu yanımda, Miram halen karnımda, sevdiklerime el sallayarak odamdan götürülüşüm, şiş vücudumda anestezi noktası bulunamayışı, dua edişim, yalvarışım... ne olur tam bayılmayayım,onun ilk sesini ben de kendimde duyayım, kasetten değil, ona ilk kez dokunduğumu bileyim, hissedeyim, bulun şu noktayı diye.. ameliyathane de yüksek bir müzik sesi, derken derken günlerden 8 haziran saat 09:07 yi gösterirken o ince sesin güçlü haykırışı..
yanağımın Mira'nın yanağına ilk kez değdiği o anı her hatırlayışımda tüylerim diken diken oluyor, o kadar netki o an, o sanki yeni doğdu ya, sanki ıslak, sanki yağlı sanki vücudu verniks tabaka ile kaplı ya, nasıl ki diye düşünürmüşüm?.. sarıp sarmalayıp getirip koynuma verdiklerinde ilk dokundum ona, ilk kez yanağım ile yanağına.. aman allahım nasıl güzel bir yumuşaklık, nasıl güzel bir koku, ben niye öyle sanmışım, halbuki hep okumadımmı o öyle sterilize bir şekilde taşınıyorki vücudumda, ne koku ne başka birşey, Allahımın büyük mucizesine inan ama kafa yorma, çünkü anlamak mümkün değil, inan sadece dercesine..
işte bu anın üzerinden tam 365 gün geçti, 365 kocaman gün, acı tatlı pek çok gün, ama daha dün gibi..
beni daha olgun, daha mutlu, daha sorumlu, daha törpülenmiş, daha çabuk ağlayabilen, ama kesinlikle daha çok gülen, daha umutlu, ona buna şuna üzülmeyen, daha verimli, daha programlı, ve en başta ANNE yapan güzel kızıma kavuşmam.. daha dün gibi..
şimdi onun mis kokusunun yanından kalkıp geldim, boş boş baktım klavyeye uzun uzun, sonra dedim ki düşünme toparlamaya, süslemeye çalışma, yaz aklından diline dökülür gibi, yaz ne hissediyorsan, tabi hissettiğin herşeyi de anlatabiliyorsan.. ne mümkün..
artık anneyim de, anneliğe de pek bi alıştım, pek bi sevdim, iyi ki doğmuş benim minik meleğim de.. Allahım sana şükürler olsun de,bana Mira'yı verdiğin için, beni anne yaptığın için.. bana anne diyişini duyacağım nice günlere ulaştır beni, sağlıkla, mutlulukla, sevdiklerimle, yanıbaşımdakiler ile, kaybettiklerim ise hep gönlümde, tabiki Miramla beraber, yanyana.. nice yıllara de... de bunları ve git yat o mis kokunun yanına, sıcağına..
6 Haziran 2010 Pazar
Mira'nın 1.Yaşgünü partisini yaptık..
Miracığımın doğumgünü aslında 8 haziran ama hem haftaiçine geldiği için, hem aynı gün evlilik yıldönümümüz olduğu için ve bir sonraki haftasonu da tatilde olacağımız için doğumgünü partimizi 6 haziran pazar günü yapmaya karar vermiştik..
güne karar vermek birşey değil ya nerede olacak? davetiyesi nasıl olacak? pastası nasıl olacak? konuklarımıza bugünü hatırlatmak için ne hediye vereceğiz? miracım ne giyecek derken..bir koşturmadır başladı.. öncelikle evimize daha yakın boğaz civarı birkaç alternatif vardı kafamda ama hiçbirisi içime sinemedi.. sonra dedimki dur bakiim hazır evlilik yıldönümümüz Cemile Sultan ile konuşayım belki uygun bir program yaparız da biraz nostalji olur.. aslında allah biliyor ya tarih takıntılı olmakla beraber bu defa çok da takılmadım hatta ertesi gün dinlenebilelim diye 5 haziran cumartesiyi tercih ettim ama tesis dolu olunca 6 haziran kesinleşti..yer için de Cemile Sultan-Hünkar Köşke karar verildi.
hemen davetiyeler hazırlandı, gönderildi, pasta araştırmasına girildi bu seçim de Amodolce Pattisserieden yana oldu.. öyle 1 yazılı pastaları filan sevmiyor olunca siz ne isterseniz yapalım dediler.. minik Miram baby tv nin doğumgünü şarkısına bayılıyor, o karakterler ile yaptırmaya karar verdik, hatta kendisi için hazırladığımız klipin şarkısını orada pasta keserken çalmak üzere hazırladık..
..veee hediyeleri caramel istanbuldan seçtik..rengarenk minik aynalar..
süslemeler, Mira'nın kıyafeti vs.. derken o gün geldi çattı..
bir yağmur bir yağmur sanki gök yarıldı, hatta pasta kesilirken öyle yağdıki Mira bereketi ile geldi yakıştırması yapıldı..
davetlilerimizin çoğu bizi kırmadılar, ve günümüzde bize eşlik ettiler.. herşey çok güzeldi, Mira çok keyifliydi.. pasta kesilmesi yağmurdan dolayı geciken konukları beklediği için bu arada biraz uykusu gelmişti ve pasta ortaya geldiğinde kafası düşecek üzerine diye korkarken müzik ve pasta ile birden canlandı minik melek..
işte böyle, neşeli, güzel, ıslak, bol bereketli, bol hediyeli bir gün geçirdik,
minik melek de çok mutlu idi ve dönüş yolunda daldığı uyku bir sonraki gün sabaha kadar devam etti:))) nice yıllara güzel kızımız..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)